Merhaba Arkadaşlar,
Yeni bir tur için kendimi hazırlamıştım oysa ki. Herşey çok güzeldi, hazırlık aşamasında ki heyecanı bile… Erzincan’dan yola çıkarak İstanbul’a gidecektim. Plansız, programsız, süresiz olacaktı. Ama bu defa hiç aklıma gelmeyecek şeyler ile karşılaştım. Bu nedenle turumu daha ilk günden bırakmak zorunda kaldım. Buyurun gezi yazımdan ayrıntıları birlikte okuyalım.
5 Eylül 2011
Sabah 6:00’da beni uğurlayacak arkadaşlarım Suat, Ahmet ve Nurullah ile buluşmak üzere sözleşiyoruz. Bende 5:45 gibi geceden hazırlamış olduğum bisikletimi alarak buluşma noktamıza gidiyorum.
Suat ve Ahmet geliyor ama Nurullah’tan ses yok. Belki uyanamamıştır diyerek çorba içmek için lokantaya gidiyoruz. Burada çorbamızı içerken Nurullah ile haberleşiyoruz ve çok geçmeden o da geliyor. Hep birlikte çorbalarımızı yudumluyoruz. Karnımızı bir güzel doyurduktan sonra artık yola çıkma üzere hazırlanıyoruz. Buradan ayrılmadan önce bir kare fotoğraf çekiyorum.
Trabzon kavşağını geçtikten sonra yolumuza tüm hızımız ile devam ediyoruz. Önümde ki ilk ilçe olan Refahiye’ye daha 60 km yolum var. Arkadaşlarım Sakaltutan Geçidinin başlama noktasına kadar benimle gelecekler. Oradan sonra onlar geriye, ben ileriye devam. 🙂
Bu yolu kullandığım her zaman uğradığım bir çeşme var. O nedenle burada durmadan geçmek istemiyorum. Hemen durup su içiyoruz ve biraz dinleniyoruz.
Burada Suat ve Ahmet ile birlikte bir fotoğraf çekiliyoruz. Mutluluğumuz yüzümüzden okunuyor. Yolda olmak bana çok iyi geliyor inanın. 🙂
Buradan sonra yolumuza devam ediyoruz. Tünellerden tek tek geçerek 4.sünüde geride bırakıyoruz ve artık Sakaltutan Geçidinin başlangıcına geldik. Burada da bir petrolde mola veriyoruz ve çay ısmarlıyoruz kendimize. Tavşan kanı çaylardan sonra artık ayrılık vakti geliyor. Arkadaşlarım Erzincan’a geriye dönecek, ben ise yol beni nereye götürüyor ise o tarafa devam edeceğim. Sevgili Suat, Ahmet ve Nurullah ile vedalaşarak teşekkür ediyorum.
Bisikletim pek tanıdık gelmeyebilir. Bu bisiklet bana bir arkadaşımdan hediye gelmişti. Orijinal kromoli kadrolo Gazelle. 🙂 Ama çok eski, orijinal kompenantlarından kalan bir şey de yok. Yola çıkmadan birkaç gün öncesinden markasını Pedalla olarak yazdım. 🙂 Orijinal yazısı da yoktu zaten. 🙂
Bisikletten bu kadar bilgi yeter, arkadaşlarıma son kez el sallayarak Sakaltutan Geçidini tırmanmaya başlıyorum.
Her ne kadar çok uzun bir geçit olmasa da rakım yüksek olduğu için nefes olma oranı düşüyor ve yorgunluğu biraz daha hissediyorsunuz. Bu arada zirvenin rakımı 2160 metre… Tırmanışın ortalarında sağ ayağımda küçük bir ağrı hissediyorum o nedenle mola veriyorum ve suyumu tazeleyip, elimi yüzümü yıkıyorum. Bu sırada aracı ile duran aile ile bir fotoğraf çekiliyoruz ve muhabbet ediyoruz. Ayağımı biraz iyi hissettikten sonra onlar yoluna, ben yoluma.
9:15 gibi başladığım tırmanışı 10:08’de sonlandırıyorum. Hemen hemen 5 km’lik tırmanışı bir saatte çıkmışım. Refahiye’ye 34 km yolum var, iniş ve düzlükten ibaret olacak. 🙂 Bisiklet turlarına ilk başladığım 2005 yılında bu yolu çift yaylı bisikletim ile gitmiştim. Bir günde Erzincan’dan Refahiye’ye gidip, tekrar geriye dönmüştüm. O ağır ve yorucu bisiklet ile bir günde 160 km pedal çevirmenin mutluluğunu yaşamıştım o gün.
Zirvede bulunan çeşmenin yanına gidiyorum hemen, burada küçük birde işletme var. Market, lokanta ya da siz ne derseniz o. 🙂 İşletmeci abi beni tanıyor. 🙂 2005’te geldiğim günden değil tabi ki, sonrasında 2008 yılında Erzincan’dan Ankara’ya giderken uğrayıp yemek yemiştim. Oradan aklında kalmış. Üzerinden 3 yıldan fazla geçmiş olmasına rağmen hatırlanmak çok güzel.
Suluğum yok, bu bisikletin suluk kafesi de yoktu. Bende Ahmet’ten ödünç almıştım. Bir tane 1,5 litrelik su alıp koyacağım ama her fırsatta unutuyorum. Öylece bu günü sonlandırmam da işin başka bir yönü tabi. 🙂 O nedenle ki her gördüğüm çeşmede durup su içiyorum.
İniş sırasında fotoğraf çekemiyorum tabi, arada bulduğum düzlüklerde durup birkaç kare çekiyorum. Onun dışında hızla inmeye devam. 🙂 Yolun güzelliğinden bahsetmeden geçmek olmaz. Türkiye’nin her yerinde yapılan yollardan Erzincan’da nasibini alıyor ve kaymak gibi yollar ile devam ediyorum.
Kışın kayak alanlarından birisi olan “Yıldırım Akbulut Kayak Tesislerinin” yanından geçip pedallamaya devam ediyorum. Karşısına gelince bir kare fotoğraf çekmeyi ihmal etmiyorum tabi.
Yoldaşım sorunsuz sıkıntısı devam ediyor yola. Pek fazla tanımadığım bisiklet ile yola çıkmak iyi değil, ama başka çarem yok. Diğer bisikletimi Muğla’da bırakmıştım. Vitesinde birkaç küçük sorun dışında herşey yolunda gidiyor.
Sakaltutan Geçidini geride bıraktım ve düz yolda hızla yola alıyorum. Hafif eğimde bana yardımcı oluyor ve 25 – 30 ortalama ile ilerliyorum. Refahiye’ye 14 km yolum kalmış bile.
Bu 14 km bir çırpıda geçiyor altımdan ve Refahiye’ye 11:30 gibi varıyorum. Artık yaz mevsiminin sonunda olduğumuz için yeşil yerine sarı renkler süslüyor coğrafyayı. O nedenledir ki, Refahiye tabelasında sarı ve kuru dikenler fotoğraf karesine ekleniyor.
Refahiye’nin merkezine girmeden ana yoldan devam ediyorum yoluma, geçerken de ilçeden bir fotoğraf çekmeyi unutmuyorum.
Refahiye’nin hemen çıkışında bulunan Esadaş Dinlenme tesislerinde mola veriyorum. Yine yıllar önce burada kamp kurmuştum. Hem dinleniyorum, hem karnımı doyuruyorum, hem de anılarımı tazeliyorum. 🙂 Bir anda yapabildiğim ne kadar çok iş olabiliyormuş. 🙂
Bir paket bisküvi ile açlığımı atıştırıyorum. Benim için sorun değil, alışkınım böyle beslenmeye. Bu turda da ekonomik olmam gerekiyor.
Refahiye’de ki molanın ardından tekrar yola çıkıyorum. Bir vadi içinde pedal çeviriyorum, mutlu mutlu…
İmranlı’ya 63, Sivas’a ise 170 km kaldığını gösteriyor tabela. Ama işin garibi benim bu iki yazan yer ile alakam yok. Rota daha farklı bir yer. 🙂 Niye çektim bu fotoğrafı onuda bilmiyorum. 🙂 Ben Gölova, Akıncılar, Suşehri üzerinden Amasya’ya, sonrasında ise İstanbul’a kadar gitmeyi hedefliyorum. Tabi başarabilirsem… 🙂
İşte o kavşağa geliyoruz. Daha önce Sivas yönünden gitmiştim. Şimdi ise Tokat yönünden devam edeceğim yoluma. Buradan sonra gireceğim yolu ilk defa pedallıyor olacağım. Bunun benim için önemi çok fazla. Özellikle de Türkiye’nin tüm karayollarını pedallamayı hedefleyen birisi için. 🙂
Kavşaktan hemen sonra Çobanlı tırmanışı başlıyor. Burası aslında bir geçit değil, ama rampası sağlam. Gelip giden kamyoncular için kışın burası zorlayıcıdır. 🙂 Sırada ki ilçe olan Gölova’ya 24 km yolum varmış, hadi hayırlısı…
Rampanın ortalarında yine bir çeşme buluyorum ve hemen yanına gidiyorum. Bu sırada ayağım tekrar ağrımaya başladı. Bu ağrı pek hayra alamet değil, ama bakalım.
Çeşmeye varıp önce suyumu içiyorum, ardından ise çeşme başında yemek yiyen baba-oğul ile muhabbete başlıyorum. Önce beni davet ediyorlar sofraya ama karnımı doyurduğum için daveti geri çeviriyorum. – En azından bir elma al, teklifini geri çevirmiyorum tabi. Sonra muhabbet başlıyor tabi, nereden gelir nereye gideriz… 🙂
Bu güzel ve renkli molanın ardından beni bekleyen yola geri dönüyorum. Çobanlı rampasını da bitirdim, bitirmemle birlikte Sivas il sınırlarına da giriş yaptım. Artık farlı bir şehirde pedal çevireceğim. İşte istediğim şey bu, farklı yerleri farklı coğrafyalar benim mekanım…
Aşağıda ki fotoğrafta görünen yeşillik alan Gölova ilçesi. Oraya gideceğim işte. Oraya ulaşmak için birçok yol var, ama ben en kısasını bulmak istiyorum. Ana yoldan gidip girmek bana nereden baksanız 10 km kaybettirecek. Bende aralardan, köy yollarından Gölova’ya çıkmak istiyorum.
İniş devam ettiği sırada bir köyde duruyorum ve buradan Gölova’Ya çıkıp çıkamayacağımı soruyorum. Aldığım olumlu cevap ile birlikte çeviriyorum gidonumu bu yola. Daracık ve inişli çıkışlı yol ile Gölova’ya doğru gidiyorum. Karşıma çıkan ilk köy ise Günalan köyü oluyor. Köy girişinde bir fotoğraf çekip devam ediyorum.
Köyün merkezinden Gölova’ya giden yolu takip ediyorum. İyi ki tabela koymuşlar, yoksa çok farklı yönlere gidebilirdim.
Köyden sonra çok güzel bir yolda gidiyorum. Manzara ve doğa o kadar güzel ki, insanın sürekli pedal çeviresi geliyor.
Yolun altımdan nasıl geçip gittiğini anlamıyorum bile. O kadar keyifli yol burası. Kısa bir çıkış ile karşımda uzanan manzara ise herşey bedel. Gölova ilçesinin gölü ile buluşuyorum. Karşı yamaçta da Gölova ilçesi…
Gölün kenarından kenarından ilçeye doğru gidiyorum. Bu düzlükten sonra çıkış başlıyor tekrar ve havanında sıcak olması ile çok geçmeden kan ter içinde kalıyorum.
Çıkış ile birlikte Şiran – Gölova yoluna birleşiyorum. Bir süre bu yolda ilerledikten sonra Gölova’ya saat 14:15’te varıyorum. Hemen koleksiyonum için ilçe giriş tabelasını çekiyorum.
İlçe merkezinde ilerlerken bir yandan da PTT’yi arıyorum. Bir yerden gelecek olan parayı bekliyorum, uğrayıp para çekmem gerekiyor. Yoksa bir gün daha ilerleyemem. 🙂 Tabi PTT’yi ararken ilçeden de birkaç kare fotoğraf çekiyorum…
Nihayetinde buluyorum ve paramı çekiyorum, tabi parayı tam alabilmek için benden 1 lira kadar bozukluk istiyor. Ama bende bozuk para olmadığı için veremiyorum. Gişe memuru arkadaş sonra bırakırsın o zaman bana diyor, ama bende bir daha buraya ne zaman yolum düşer bilmiyorum diyorum. 🙂 O da canın sağ olsun diyerek veriyor parayı. Gölova’dan çıkıyorum ve gölden kopmadan önce son kez fotoğrafını çekiyorum. Tekrar ne zaman buluşuruz bilmiyorum… 🙂
4 km kadar inişten sonra Erzincan – Amasya ana yoluna bağlanıyorum. İstikamet sağdan, Amasya’ya… 🙂
Yol yapım çalışmaları nedeni ile yavaş ilerliyorum. Dikkat etmek gerekiyor, yol dar ve zemin çok bozuk. Buralara araç ile çok geldim gittim, ama bisikletim ile ilk defa geldiğimi daha önce de belirtmiştim. Bu bölge de bir çeşme vardı biliyorum, onu arıyorum tam derken karşıma çıkıyor. Hemen yine mola için çeşme başında duruyorum. Hava sıcak, su içmek gerekiyor sık sık. Bir an önce şu suluk olayını çözmem gerekiyor. Nedense sürekli bir unutkanlık mı, yoksa üşengeçlik mi anlam veremediğim bir durum ile karşı karşıyayım.
Su molasının ardından devam ediyorum tekrar yoluma. Bozuk yol bir süre daha devam ettikten sonra düzeliyor. Akıncılar kavşağına varmadan hemen önce bir petrol istasyonunda tekrar duruyorum. Bir adet maden suyu iyi gelecek biliyorum. 🙂
Saatim 15:54’ü gösterdiği sırada Akıncılar kavşağına varıyorum. İlçe merkezini gezmek istiyorum o nedenle kavşaktan içeriye dönüyorum. Aslında daha önce görmüştüm burayı ama birde bisikletim ile gezeyim fena mı olur diye düşünüyordum.
Dönüyorum kavşağı dönmesine ama dönmemle birlikte çıkış başlıyor. Çık Allah çık… Çıkmak birşey değil ama ayak ağrısı beni öldürecek. Çok daha hissedilebilir bir hal aldı.
Akıncılar giriş tabelasına varıyorum ve hemen makineme sarılıyorum. Hemen giriş tabelasını çekiyorum ve merkeze doğru tekrar harekete geçiyorum.
Ayak ağrım iyice yoğunlaştığı için daha fazla çıkmıyorum ve ilçe girişinden bir kare daha fotoğraf çekerek geriye dönüyorum.
Girmiş olduğum kavşağa geri geldim, buradan sonra Suşehri’ne 24 km kaldığını görüyorum. Saat 16:17 ve ben bu saatten sonra kalacak yer bakıyorum. Nerede uygun bir yer bulursam hemen çadırımı kuracağım. Çünkü kendimi hiç iyi hissetmiyorum.
İşte dananın kuyruğunun koptuğu kısıma geliyorum. Biraz ve minik ayak ağrısı dışında her şey çok güzeldi buraya kadar. Ama son yarım saattir ayak ağrısı beni çok rahatsız etmeye başladı. Rampayı geçtim düz yolda bile artık çeviremiyorum pedalı. Bir an önce bir yer bulup çadır kurmalıyım, yoksa çok daha kötü olacağım. Ama işte olacak ya, hiç bir tane petrol istasyonu yok. Bir tane çıkıyor karşıma ama çadır kurmak için pek uygun değil, sonrasında bir tane daha. Bu defa da işletme yetkilileri izin vermiyor. Yola devam Serkan, en kötü ihtimali düşünerek gidiyorum. Suşehri’ne kadar dayanabilirsem orada kalacak yer bulurum.
Artık bisikleti tek ayakla kullanıyorum. Sağ ayağımı ağrıdan hissetmiyorum bile. Daha ne kadar dayanabilirim bilmiyorum. Daha çok yolum var Suşehri’ne… Dişimi sıkarak pedal çevirmeye devam ediyorum, sinirden ve ağrıdan fotoğraf çekmek aklıma bile gelmiyor. Bu arada sık sık mola veriyorum. Yoksa devam edemeyeceğim. Bir köyün durağında duruyorum ve durakta bekleyen gençler ile sohbet ediyorum. Kalacak yer bulup bulamayacağımı soruyorum. Ama maalesef Suşehri’ne kadar zor abi diyorlar.
Suşehri’ne 4 km kaldığını gösteren tabelaya ulaşıyorum ulaşmasına da gelin birde bana sorun. Tek ayak ile 15 km’dir pedal çeviriyorum. Korkum yüklendiğim diğer ayağımın da sorun çıkartması. 🙁
Bu 4 km’yi nasıl geçtim hiç hatırlamıyorum bile. Neredeyse ağlayacağım, o kadar yoğun bir ağrı ile uğraşıyorum. Saat 18:19’da güneş batmak üzere iken Suşehri’ne giriş yapıyorum. Suşehri dağın yamacına kurulmuş bir şehir. Merkezine gitmek için tekrar rampa tırmanmak gerekiyor.
Yol üzerinde bulunan tesislere gidiyorum, kamp kurabileceğim yer bakınıyorum ama maalesef yok. Bu arada ayakta bile durmakta zorlanıyorum. Durumum pek iyi değil, tesisler aynı zamanda otobüslerin mola verdiği yer. Turu bırakıp dönmek istiyorum. O nedenle İstanbul’a giden otobüslere binmek istiyorum. Ama tatil dönüş olduğu için hiç birinde yer yok. Bu defa Erzincan’a gidecek otobüslere bakıyorum onlarda da yer yok.
Yapacak hiçbir şey kalmadı. Bu durumda burada daha fazla duramam. Bir süre tesiste oturup dinlendikten sonra ilçe merkezine doğru harekete geçiyorum. Çok sert çıkışlar var burada, bisikleti elime alıp gidiyorum. Ama nafile ayağım kopacak gibi. 🙁
Karşıma Suşehri otogarı çıkıyor, hemen gidip otobüslere yer soruyorum. Yok, yok, yok… – Yaw abicim, Türkiye’nin herhangi bir noktasına gitmek istiyorum, neresi olduğunun önemi yok, yine de mi yer yok diyorum? Aldığım cevap yine olumsuz. Buraya sıkıştım kaldım.
Merkeze çıkışım devam ediyor ve karşıma çıkan otellere oda fiyatı soruyorum. Bir tanesi ile pazarlık yapıyorum ve anlaşıyorum. Bisikletimi de girişte merdiven altına koyuyorum. Giyineceğim üstümü başımı alıp otel odasına çıkıyorum. Üzerimi zorla değiştirdikten sonra uzanıyorum yatağa. 🙁 Akşam 21:00’e kadar uyumuşum yatakta. Kalkıp akşam yemeği için dışarıya çıkıyorum. Marketin birisine girip alışveriş yapıyorum ve daha fazla kendimi yormadan otele dönüyorum. Merdiven çıkarken çok kötü oluyorum yine, bu durumda ne yapacağımı düşünmeye başlıyorum. Birşeyler atıştırdıktan sonra tekrar yatıyorum. Akşam telefonda birkaç kişi ile görüşüyorum ama hayal mayal sabah hatırlamıyorum bile. Birkaçına cevap bile verememişim, o derece yani.
06 Eylül 2011
Sabah otel odasında uyanıyorum, belki ayağım geçmiştir diyorum ve kontrol ediyorum. Tuvalete giderken bile zorlanıyorum, ne olacak bilmiyorum. Bisiklet ile hareket edemiyorum, otobüslerde dolu. Burada sıkıştım kaldım.
Hazırlanıp otelden çıkıyorum ve ana yola tesislere iniyorum. Sabah saatlerinde Erzincan’a giden otobüsler burada mola veriyor. Belki birisinde boş ver bulabilirim ümidi ile bekliyorum. Derken bir tane otobüs geliyor ve yer olduğunu ama bagaja bisikletin sığmayacağını söylüyor. Bende siz açın bagajı ben ayarlarım diyorum. Böyle bir durumda, ne yapar eder yerleştirim arkadaş.. Muavin arkadaşın yardımı ile bisikleti yerleştiriyoruz ve mola sonunda otobüs ile Erzincan’a geri dönüyorum.
Başarısız İstanbul Çıkarması’da bu şekilde oluşuyor. Oysa ki her şey ne güzel başlamıştı ve ne güzel gidiyordu. Başka bir uygun zaman da içimde kalan bu rotayı yapacağım… Allah sağlık ve sıhhat verirse tabi. 😉
Erzincan – Suşehri Güzergah ve Yükselti Haritası;
Sevgiler…
geçmiş olsun serkan. yazını okurken aynı çaresizliği yaşadım diyebilirim. benzer bir durum yakın zamanda benim de başıma geldi. dönüşe 50 km kala ayağıma kramp girdi ve geçmek bilmedi.
umarım ayağında önemli bir probleme yol açmamıştır ağrı. bol pedallar dilerim.
evet hatırlıyorum o günü…geçmiş olsun tekrar…ama gerçekten çok güzel başlamış be…
Çoook geçmiş olsun Serkan abicim. Sağlık olduktan sonra her tur yapılır. Menisküs vb. bişey olmasın yeter. Zaten geçirdin öyle bi bela bildiğim kadarıyla 😉
büyük geçmiş olsun.
inşallah önemli bir şey değildir.
o ayaklar inşallah daha çoooooook pedal çevirecek o nedenle onlara da kendine dikkat et.
sizin yerinizde olmayı çok isterdim
Hocam geçmiş olsun,herkesin başına gelebilir.Sanırım ağrı başta azmış,sonra siz önemsememişsiniz ve sonunda vücut kaldıramamış.Keşke yanınızda bir incik kremi falan bulundursaydınız.Veya belki bir sağlık kliniğinde de müdahale edebilirlerdi.
bende olsam +