04 Mart 2008
Telefonumun alarmı çalıyor, kalkma saati. Hiç kalmaya niyetim yok ama zar zor kalkıyorum. Ayrıca Kevser’in sesini duyduktan sonra kalkamamak gibi bir olay ortadan kalkıyor. Gece bölünen uykumdan sonra kalkmak zor olur tabi. Her zaman ki gibi kalkıp çadırımızı ve bisikletlerimizi toplamaya koyuluyoruz. Ardından yüz yıkamaya anca vaktim oluyor.
Tüm grup hazırlandıktan sonra Kınık’ın merkezinde ki bir kahveye gidiyoruz. Hemen yanı başında ki pastaneden poğaça, börek alıyoruz ve kahveden çaylarımızı söylüyoruz.
Kahvaltımızı yaparken bir bisikletli aynı kahve önünde duruyor ve çay söylüyor. Altında kot pantolon, üzerinde kazak ve deri mont. Hiç konuşmuyor ta ki biz birkaç soru sorana kadar. Bisikletine bakıyoruz. Ne önde ne de arkada aktarıcı yok ikisi de kırılmış. Ardından başlıyor anlatmaya. Çok eski bir gezgin. Dünyayı dolaşmış. Adı ise Niyazi. Biraz muhabbetin ardından fotoğraflarını gösteriyor. Nasıl olurda daha önce hiç tanımayız ve duymayız, şaşırıyoruz. Niyazi Abi bizim ustamızmış meğer. Şuan ise Elmalı dolaylarından geliyormuş. Avlan Vadisini gezmiş ve mutlaka görmemizi söylüyor.
Niyazi Abi ile vedalaşarak ayrılıyoruz. Niyazi Abi Fethiye’ye taraf, biz ise tam tersi Kaş’a taraf harekete geçiyoruz. Düz yolda ilerliyoruz. Kevser’in canı domates yemek istiyor taa dün akşamdan bu yana. Ama satın alacak domates bile bulamıyoruz. Yolda ilerlerken bir pikapın arkasındaki kasa kasa domateslere gözümüz takılıyor. Biraz ileride duruyor ve Kevser hemen gidip alıyor. Ücrette almamışlar. Her yer sera tabi. Patara yol kavşağında duruyoruz ve domateslerimi yiyoruz. Gelemiş’e doğru gideceğimizi gösteren tabelayı çekerken Kevser’de giriyor kadraja. Elindekilere dikkat, domates ve tuz.
Eğlenceli bir yolda ilerliyoruz. Gelemiş’e varıyoruz ama in cin top oynuyor tabir yerindeyse. Birkaç köpek dışında kimsecikler yok. Patara sahiline giden yolu hislerimize dayanarak buluyoruz. Sonradan balkonda gördüğüm üç beş kişiye yolu soruyorum ve bu yolu takip edeceksiniz cevabını alıyorum. Tırmanışa geçiyoruz. Birkaç km tırmandıktan sonra inişe geçiyoruz. Göktürk Abi önden giderek yolu bulmaya çalışıyor. Ardından muhteşem görüntüsü ile sahil karşımıza çıkıyor. Çöl görüntüsünü andırıyor resmen. Göktürk Abi, Kevser ve ben koşuyoruz kumsala. Diğerleri orman içinde bizi bekliyorlar.
Çöldeymiş izlenimi vermeye çalışıyoruz. Çölde susuz kalmış birisi nasıl durumda olur canlandırmaya çalışıyoruz. Keyfimiz yerinde. Mutluluktan uçuyorum resmen. Göktürk Abi su su diye yakarırken.
Ben de aynı şekilde. Susuz kalmak ne kadar zormuş meğersem…
Bu güzel manzara karşısında hayretlere düşmek doğru değil mi? Bir taraf çöl gibi, bir taraf uçsuz bucaksız deniz. Ufuk çizgisini çok net seçebiliyoruz.
Arka fonda karlı dağlar dikkat çekiyor, Kevser’in özgürlük pozu eşliğinde…
Kilometrelerce uzanan Patara sahili… Kumsal rüzgârın sayesinde katman katman olmuş.
Yeşilköy içerisinden geçiyoruz. Yol çok dar ve kamyon trafiği yoğun. Yeşilköy’ün çıkışında rampalar başlıyor. Çok sert rampa anlayacağınız.
Yavaş yavaş çıkıyoruz rampaları. Arada bir su molası için duruyoruz. Bazen de dinlenme maksatlı duruyoruz. Rampa çok yorucu oluyor bir süre sonra. Rampanın bittiği yerde Kalkan’a girmiş oluyoruz. Tam zirvede çok güzel bir restaurantta yemek molası veriyoruz. Yazın yine burada simit alıp kahvaltı yapmıştım. Oturduğumuz restaurantta tabldot yemek için pazarlık yapıyoruz. Yemekler ev yemeği olduğu için çok lezzetli. Yemeklerimizi yerken yine bir bisikletli geliyor yanımıza. Avusturyalı bir turist. Haritasını almış eline, canı nereye isterse oraya gidiyor. Hemen oda yemeğini alıyor ve yemek eşliğinde muhabbet ediyoruz.
Turist kardeşim ile bir fotoğraf çekiliyoruz. Arka fondaki sarı tabela ise amacımız olan Likya yolu tabelası.
Grup olarak Likya Yolu tabelası önünde fotoğraf çekiliyoruz. Biz Delikkemer yönüne gideceğiz.
Sol Baştan; Ali Aktuyun, KevSerSeri, Ben, Atilla Altınok, Göktürk Günal, Mehmet Değirmenci, Atilla Akagündüz
Kalkan’a rüzgâra karşı süper bir iniş yapıyoruz. Çok güzel bir manzara. Ama rüzgâr karşımızdan esmeye başlıyor. Zor ilerliyoruz.
Yokuş aşağı bile pedal basmak orunda kalıyoruz. Şiddetli rüzgâr sayesinde çok yavaş ilerliyoruz. Canım sıkılmaya başlıyor bir süre sonra. Boşa kürek çekmek gibi bir şey bu.
Beni bu eşsiz güzellikte ki manzara ayakta tutuyor. Mavi ile yeşilin bütünleşme noktası. Akdeniz iklimi makiyi çok net seçebiliyoruz.
Aşağıda küçücük görünen Göktürk Abi.
Deniz kenarında bir yılan gibi uzanan D400 karayolu. Bir çıkıp, bir inerek devam…
Karşıda sağ köşede görünen yer Kaş. Oraya kadar rüzgâra karşı pedal basmak zorundayız. Bugün Kaş’ta kalacağız.
Kaş girişinde kamping tabelası dikkatimizi çekiyor ve sapıyoruz. Kampingin kapısının önünde sıkı bir pazarlık başlıyor. Sonunda anlaşıyoruz ve giriyoruz içeriye. Göktürk Abi ve Ali Abi bungalovda kalmak istiyorlar. Biz ise çadır kuruyoruz. Deniz hemen altımızda ve dalga sesi muhteşem. Akşam yemeği için Kevser ve ben hariç diğer arkadaşlar Kaş’a gidiyorlar. Biz ise turun ilk gününden bu yana yanımızda getirdiklerimizi tüketmek istiyoruz ve gitmiyoruz. Kampingin mutfağında yemeğimizi hazırlıyoruz. Ton balığı, krem çikolata ve poğaça. Menümüz çok güzel. Karnımızı doyurduktan sonra biraz hoş beş muhabbetin ardından saat epey geç oluyor. Diğer arkadaşlar hala gelmediler bizde gidip çadırımıza turun istatistiklerini çıkartıyoruz. Ne yapmışız, ne kadar yol gelmişiz vs… Ardından uyku saati geliyor ve gözler kapanıyor…
Gün Toplam: 57,25 Km
Bisiklet Üzerinde Geçen Zaman: 03:42:46
Ortalama Hız: 15,4 Max. Hız: 49,4
Sevgi ve Saygılarımla…